29 Şubat 2012 Çarşamba

Ben Bu Olamam Herhalde - 4

"*
Ellerini yıkadı. Başını duvara dayadı ve derin bir iç çekti. Ölen annesini düşünüyordu. OF! Sizce de kulağa saçma gelmiyor mu? Yani bakın; bu adam pasif agresif bir ayyaş ve hayatında annesinden başka kimsesi yok(tu). Öyleyse annesi öldükten sonra da patlamayacaksa ne bok yiyecek bu adam! Bazen ölesiye saçmaladığımı düşünüyorum ve böyle düşünmeye başladıktan sonra saçmalama boyutum öldüresiye olmaya başlıyor. Kendi içinde terfi ediyor yani. O kadar salaksınız ki, sırf siz bir şeyleri anlayabilesiniz diye sürekli "yani" demek zorunda kalıyorum ve oturup siz tuvalette sıkılmayın diye uyduruk, popüler kitaplar yazmaya çalışıyorum. Çünkü benim geçim kaynağım bu! Çünkü kelimesinden nefret etmeme rağmense sürekli kullanmak zorundayım, ben bir yazarım! Dolayısıyla da hiçbir kelimeden tiksinme veya nefret etme lüksüm yok. Hiç de adil değil. Mesela siz şimdi orada oturup benim ne anlattığımdan haberdar değilken ben sizin güzel sarı saçlarınıza bakarak iç geçirmek ve hormonlarımı bastırmak zorunda kalıyorum. Aksi halde size asılmam işten bile olmazdı. Ama önümüzdeki yetmiş yıl için çapkınlığa tövbe ettiğimi biliyorsunuz; yine de bana bu kadar güzel gülümsemekten hiç ama hiç geri kalmıyorsunuz kuzum. Bakmayın bana öyle, lütfen. Önümüzde hovardalık seçeneğinin olduğunu ben de biliyorum, fakat ne yazık ki bu seçeneği yalnızca esmerler ve kumrallar için kendime geçerli kıldığım gerçeğinden bihabersiniz. Belki de artık hayatımda bir kadına ayıracak kadar emek, çaba, fedakarlık kalmamıştır; ne dersiniz? Bunu bir düşünmelisiniz. Çünkü her seferinde hayatımdaki kadınların kendini mahvetme çabası benim üzüntülerimle ve asabiyetimle son buluyor ve ben hayatıma giren her kadının benden beklediği derin anlamlar, görkemli cevaplar, açıklayıcı itiraf ve savunmalar yüzünden şu nefret ettiğim "çünkü" bokunu sürekli dilime pelesenk etmek zorunda kalıyorum. Aslında biliyor musunuz? Bir şeyler için zorunda kalmaktan nefret ediyorum. Kadınlardan da vazgeçemiyorum. Ancak gelin görün ki aklıma zincirlediğim her kadın büyük beklentileri de beraberinde koynuma sokuyor. Yapamıyorum! O yüzden dördüncü keredir aslını sormaktan vazgeçin, ben de size şatafatlı hikayeler anlatayım. Tabii böyle bir şey yapmamı beklersiniz, cidden beklersiniz. O zaman gelin sizinle ortaokul yıllarıma gidelim de size kadınlar ve beklentiler arasında çürüyen ömrümün ilk kırıntılarından söz edeyim. Altıncı sınıftayım ve önümde oturan kızdan hoşlanıyorum. Evet bildiğiniz gibi, aferin. Hoşlanıyorum. Ama babamın ölümünden sonra hayatımı göğüs kafesime kapatmışım, alımlı bir kız için de içimdeki mezar taşını kıracak cesaretim yok. Belki korkmuyorum da kaçıyorum. Belki de babamla ezilen duygularımı açık etmek beni ürpertiyor. Şu anda hatırlayamayacağım, ukalalaşmayın. Anlatıyorum işte! Dediğim gibi kız benim önümdeki sırada oturuyor. Bu olay cereyan ettiği sıralarda fen bilgisi dersindeyiz ve ilginç bir şekilde o sıralar fen bilgisi benim en sevdiğim ders! Başarısız bir yazar için makul görülebilir, evet! Kapayın çenenizi! Öğretmenimiz dersi boşlamış, üç kişi muhabbet ediyoruz. Ben, kız ve yanında oturan dallama... Bu dallama, eşek sucuğu arkadaş da benim kızdan hoşlandığımı biliyor. İşin garibi aslında kız da ondan hoşlandığımı biliyor. Durum böyleyken o "e.s." (yani eşek sucuğu, ama artık kısaca e.s. şeklinde analım, yoksa sinirime dokunuyor) birdenbire, sanki vahiy gelmişçesine, pezevenkçe bir aydınlanmayla, muhabbetin ortasında "sen Nevin'den hoşlanıyor musun, onu seviyor musun" tarzında laflar etmeye başladı. Ben de haliyle henüz yeni kilit vurduğum küçücük tüysüz göğsümü parçalarcasına yarıp içimdeki ışığı Nevin'in yüzüne vurmaya hazır değildim. Haliyle kem küm etmeye, kekelemeye ve kızarıp morarmaya başladım. Şu dört harfli kelime tam kırk dakikalık ders boyunca ağzımdan çıkamadı: "Evet". Sonrasında kız herhalde halime acımış olacak ki; "teneffüste bana çikolata alır mısın?" diye sordu. Ben ona bile evet diyemedim. Yok ebesinin darağacı! Evet, alırım dedim elbette. Siz de beni iyiden iyiye saf yaptınız. Evet belki biraz safım ama iyi niyetimden... İçten içe sevinmeye başlamıştım. Mideme düğümleyerek attığım kozalardan kelebekler açmaya başlamıştı. İçimdeki kömürü dökebilirdim artık, en kötüsünden bir dert ortağım olacaktı! Evet, belki sarışın değildi, ama gayet alımlı bir kızdı. Ben böyle on dakikalık bir süre için bile olsa, karanlık dünyamın, kör edici mahzenlerinden çıkmışken; kız bana doğru döndü ve yüzüme yarım yamalak bir bakış atarak; "boşver, vazgeçtim alma ya..." dedi. O gün ilk mide kanamamı geçirdim. Normalde böyle şeyleri dert etmeyen biriyimdir, ta o zamanlar bile öyleydim. Kendimi de moralman fazla çökmüş hissetmesem bile midemdeki kelebeklerden zehirlenmiş olacağım ki midem, o küçücük acı deposu midem iflas etmişti. Neticede annem geldi ve on dakikalığına havada süzüldüğüm bir günde ambulans eşliğinde hastaneye yol aldım. O yüzden bana gülüşünüzde bir samimiyet olmamasından korkuyorum. Çünkü biliyorum ki, beni terkettiğinizde bana hiçbir zaman "çünkü" ile başlayan bir sebep sunmayacaksınız ve "çünkü" ile başlatacağınız ve geçerli bir sebebinizin olacağı bir diyalog aramızda hiç yaşanmayacağından, bana yaşattığınız o on dakikayı asla bilemeyeceksiniz. Asıl acıtan gerçekse, benim o tarz bir on dakikayı tekrar kaldırıp kaldıramayacağımı bilmiyor oluşum. Bu yüzden hayatım boyunca beklediğim halde gelmeyen "çünkü"den nefret ediyorum.
İyi günler.

Bir anlık hışımla yerinden kalktı. Ağlamamak için sıktığı dişlerine isyan eden titrek çenesiyle uyuyakaldı yazamayan yazar.

27 Şubat 2012 Pazartesi

Bu Ben Olamam Herhalde - 3

"*
Bugün günlerden yaşayan ölüler günü... Haydaaa.... Olmuyor, olmuyor, olmuyor. Hayır bunun sizinle bir alakası yok canımın içi, yazamıyorum! Kitap yazacağım, ama giriş cümlemi sökeyim müsaadenizle... Kimse de demiyor ki aga bu nedir?! Halbuki bu tarz durumlarda ortaya atılıp, ota çöpe ahkam kesen biri olarak (bu işi kendi kendime de yapamayacağıma göre) benim de arada bir bu tarz şeylerde "Bugün günlerden yaşayan ölüler günü ne lan, ağzını kırdığım!" diyecek insanlara ihtiyacım var. Yalnız bakıyorum da canımın içi lafını duyunca hemen de cıvıttınız. Ne o öyle mıc mıc, bık bık ötmeler. Hem sen kimin ağzını kırıyorsun ulan! Pardon, bazen böyle atar yapmak hoşuma gidiyor. Çünkü burada atarları bir tek ben yapabilirim, çünkü siz bana sürekli nefret ettiğim şu eti burulasıca "çünkü" lafını kullandırıp duruyorsunuz. Yazık size, hayır yani bana da yazık. Oysaki güne ne güzel başlamıştık. Sarışın kadınlara olan zaafımı ağzımdan kaçırdığımda karşımda şebek gibi sırıtıyordunuz. Bu arada saçlarınız boya mı? Çok güzel gülümsüyorsunuz. Biliyor musunuz, ben gençken, ta lisedeyken, uyduruk bir botanik park gezisine çıktığımız otuzbeş kişilik beyaz Peugeot minibüste, sarışın bir kız da benim için aynı cümleyi sarfetmişti. Ancak ben o sıralarda İstanbul'da olan ve çatır çatır beni aldatmakla meşgul sarışın sevgilimin aptal aşık kontenjanını doldurduğum için, hayatımda ilk defa güzel ve sarışın bir kızdan aldığım bu iltifatı, gayet lavukça sırıtarak ve "hede hödö" şeklinde kekeleyerek es geçiyordum. Sonra o güzelim kız yanımdan hayal kırıklığıyla kalkarken yaptığım bu mendebur ve tümüyle gerizekalı hareket, hayatıma yön veren hatalarımın durduğu kara tahtaya, gayet at sikindeki kelebek edasıyla yazılmış pembe bir tebeşir kiri şeklinde yerleşiyordu. Ve ben tam bir gariban gibi elimdeki Victor Hugo'ya geri dönüyordum. Üzerinden tam yirmi yıl geçmiş olmasına rağmen, bugün evlendiği adamla paldır küldür sevişen o sarışın kız (gördüğünüz üzere) içimde hokka gibi bir uktedir. Çünkü sarışın kadınların beni benden alması o olaydan iki yıl önce, ben daha tazeyken Howard Hughes'un lafıyla tanışmamla başlamıştı. "Centilmenler sarışın sever." O sıralarda esefle kınadığım "sarışınlar boktur" şarkısı ise, İstanbul'a kaçtığı ara bana iki güzel sedef boynuz takan sarışın sevgilimin yediği haltı öğrenmemle hayat felsefem haline geliyordu. Lütfen pis pis sırıtmayın, bu işin aslını size uzun uzun anlatamam, şirinlikleriniz nafile. Size daha en başından aslına bakarsanız aslını hiç sormamalısınız demiştim, o yüzden bu tavrınıza bir son vermezseniz o güzel gülücüğü, temiz bir tokatla  suratınızın orta yerinden okkalı bir şekilde sileceğim. Zaman geçse de etrafımdaki sarışın güzeller azalmadı ve sonuç olarak hep esmerleri bastırdılar. Çünkü kumrallar bana göre değil ve böyle gülümsemeye devam ederseniz belki ilerde size neden "çünkü" lafından nefret ettiğimi de anlatabilirim. Sonuç itibariyle centilmenler sarışın sever ve sarışınlara bok denilmesinden nefret ederler ve onları yeterince kızdırabilirseniz, size "aptal sarışın" kalıbını yutturacak kadar gerizekalı esmerler ve embesil kumrallar bulacaklardır. İyi günler, saygılar."

Bir anlık hışımla yerinden kalktı, Monroe tablosuna takılı kalan sulu gözleriyle uyuyakaldı yazamayan yazar.



17 Şubat 2012 Cuma

Bu Ben Olamam Herhalde - 2

"*
Uyumayı sevmiyorum. Bu yüzden bana kızacak pek çok arkadaşım var. Ama hoşuma gitmiyor işte, ne yapayım! Hakikaten ne yapayım? Elbette bu retorik bir soruydu, daha önce size bundan söz etmiştim. Kusura bakmayın, daha önce söz ettiğimiz her şeyi hatırlayamıyorum, o yüzden bunun gibi bir ayrıntıyı atlamadığım için bence şanslısınız. Şans demişken, şans konusunda yapabileceğim tek şey ismini zikretmek. Çünkü hiç şansım yok. Misal; birazcık şansım olsaydı çünkü demekten nefret ettiğim halde sürekli çünkü demek zorunda kalmazdım. Sürekli kullanmak zorunda kalmam bence sizin suçunuz. Evet, doğru duydunuz. Yüzüme öküz gibi bakmayın lütfen, öküzleri kıskandırıyorsunuz. Öküz gözlü insanlardan hoşlanmıyorum zaten. Yani demek istediğim, patlak gözlü ve göz kapakları yarıya kadar kapalı insanlardan. Yoksa büyük gözlü kadınlara bayılırım. Renkli gözlü bir kadın her zaman favorimdir; ancak renkli ve büyük gözlü kadınlar bana ürkütücü geliyor. Durun, yanlış anladınız galiba. Tam olarak demek istediğim hem büyük gözlü, hem renkli gözlü kadınlardı. Bu özellikleri ayrı olduklarında çok sevmem gayet doğal değil mi? Değil mi! Hey, sana söylüyorum korkak tavuk! Eğer ben değişebiliyorsam, siz değişebiliyorsanız, hepimiz değişebiliriz! Bok değişiriz! İnsanlar değişmiyor kuzum. Aslına bakarsanız değişiyorlar, ama bu kısa vadede olmuyor. Sürekli dibinizde olan birinin de günden güne değiştiğini uzun vadede göremiyorsunuz. En iyisi siz boşverin. Zaten cümleme "aslına bakarsanız" kalıbıyla başlamıştım ve size daha önce aslına bakarsanız aslını hiç sormamalısınız da demiştim. O halde siz gerizekalısınız ve bana size işin aslını açıklatmak zorunda kaldığım bir durum yaratıyorsunuz. Gördüğünüz gibi uzun cümle kurabiliyorum. Kadınların aksine erkekler uzun cümle kurma konusunda daha yetenekliler bence. Çünkü hiçbir erkek "artık kısa cümleler kuruyorum." gibi bir laf sarfetmemiştir ve hiçbir erkek bana hiç sevmediğim halde "çünkü" dedirtmemiştir. Bunu da buraya dipnot olarak ekliyorum: eğer öyle bir erkek varsa, onun erkekliğini sökeyim. Bakınız burada birini andım, ama siz anlamadınız. Fakat o anlayacaktır ve bu sizi ilgilendirmez. Umrunuzda olmayacağını da biliyorum, ama yine de böyle şeylerden sözetmek hoşuma gidiyor. Hoş, dün gördüğüm rüyada hiçbiriniz yoktu. Belki de vardınız da ben sizi hatırlayamıyorum. Hatırlayamayışım sizin hatırlanmayacak kadar değersiz olduğunuz anlamına gelmiyor. Aranızda hatırladığım öyle insanlar var ki, kimisi küfürlük kimisi "of" dedirten cinsten. Hatta bazıları var ki - bunlar "dişi" oluyorlar - karşıki dağları yıktıran cinsten of dedirtiyor. Aman aman... Siz yine benim çapkınlığa başladığımı düşüneceksiniz. Düşünmeyin! Boşuna dememişler düşün düşün boktur işin diye. Size önümüzdeki yetmiş yıl için çapkınlık maceralarımı askıya aldığımı söylemiştim! Ama Türkçe o kadar güzel bir dil ki, çapkınlığı bıraktığınız anda hovardalığa başlayabiliyorsunuz. O yüzden bana numaranızı veya adresinizi verin, çünkü güzel gülen kadınlara bayılıyorum. Hepsi benim canım ve ben yatıyorum! Hayır, kadınlarla değil! Hiç sevmediğim uykuyla!"

Bir anlık hışımla yerinden kalktı. Portmantoya çarptığı kafasıyla uyuyakaldı yazamayan yazar.

16 Şubat 2012 Perşembe

Bu Ben Olamam Herhalde

"*
"Bakın şimdi sizin için güzel şeylerim var." şeklinde hiçbir kitaba başlanmaz. Aslını sorarsanız bir insan kitaba falan başlamamalı, çünkü aslına bakarsanız aslını hiç sormamalısınız. Çünkü sizi gerçeklerimle ezebilirim, ama hiçbir gerçeğimin olmamasından korktuğum için bu seferlik canınızı bağışlıyorum. Bağışlamak bana mahsus değil biliyorum, ama affedersiniz siz salak mısınız kuzum? Yani baksanıza ben, uyuyamayan bir adam olan ben, çeker vururum sizi! Vururum ve dönüp arkama bakmam bile. Çünkü o film güzel bir filmdi. Ne yazık ki siz hiçbir zaman böyle şeylerin değerini bilemeyeceksiniz ulan! Böyle bağırmak isterdim, ama gençliğimde her ne kadar laf sokmamla tanınsam da bu günlerde böyle şeyleri yapacak cesaretim yok. Öyleki alt komşum bile günün orta yerinde çok ses yaptığım için şikayet etmeye gelebiliyor. Gençliğim demişken henüz otuzbeş yaşındayım ve tanıştığımıza memnun olamıyorum. Çünkü aramızda mesafeler var ve çünkü demekten nefret ediyorum. O yüzden şu anda midem gurulduyor. Ağzıma bir kek atmama müsaade eder misiniz? Kusura bakmayın da kendinizi bu kadar pohpohlamayın lütfen. Ne yiyeceğime ve ne zaman yiyeceğime kendim karar verebilirim. Kendinizi hor görmenizi de istemiyorum. Siz benim karşımda ağzınızı öyle büzerken, kek yemek benim ne haddime... Evet ne haddime? Hakikaten daha önce bunu hiç düşünmemiştim. Retorik sorularla vaktimi fazla harcamıyorum. Retorik soru da nedir diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Saçmalamayın, nerden duyacağım canım.... Size canım dediğime kızmadınız umarım? Kafiye yaptım, başım döndü. İnsanın başı orta kulaktaki sıvının çalkalanması sonucu dönüyormuş. Ya da ben bunu kıçımdan uyduruyorum. Hoşuma gitti. Hayır, hoşuma giden kendi kıçım değil, aseksüel değilim. Bilakis kadınlardan çok hoşlanıyorum. Hep romantik bir adam olmak isteyip olamamışımdır, bağlanma problemim var. Aman tanrım çok havalıyım. Bir o kadar da çapkınlıkta sakarım. Bir türlü hayatıma giren kadınları güzel güzel idare edip, günümü gün edip sonra da başımdan def edemiyorum. Çapkınlığım yalnızca birçok kadınla tanışıp flört ettiğimle kalıyor. Galiba bu iş için çok merhametli ve fazla iyi kalpliyim. O yüzden hayatımın ilk yetmiş yılında çapkınlıktan vazgeçtim. Vazgeçtim, ama çok güzel gülümsüyorsunuz. Tanışabilir miyiz? Elbette tanışamayız, çünkü ben çünkü demekten nefret ediyorum. Bu yüzden bana nedenini sormanızı istemiyorum. Lütfen suratıma karşı ukalaca gülümsemeyin. Kadınlar tuvaletindeki aynayı bu yüzden koyuyorlar. Yoksa her budala makyaj tazeleyecek bir kadının yanında ayna taşıdığını bilir! Şimdi yıkılın karşımdan. Kusura bakmayın, hep böyle demek istemişimdir. Yoksa size böyle çıkışacak değilim. Sanırım artık size attığım çığlıkların, gecenin içinden süzüldüğü bir vakitte kelebek yakalama zorunluluğu kalktı. Çünkü ben delirmek üzreyim! ("Üzere" yerine "üzre" yazmaya hep özenmişimdir.)"

Bir anlık hışımla yerinden kalktı, köşedeki şarap şişesine çarptığı ayağıyla mutlu mesut uykuya daldı yazamayan yazar.