26 Mayıs 2012 Cumartesi

Bu Ben Olamam Herhalde - 10


"
Geldim. Ama sizi daha fazla ertelemek istemediğimden geldim. Bembeyaz bir kağıtta sizi görebilmem başından beri bir mucizeydi aslında. Belki de bir yerden sonra bana yetmeye başladı. Artık bilemiyorum. Esasında sizinle çok önceleri buluşup ayrılmışlığımız var. Ben sizi kendime tarif edemiyorum. Siz ordasınız yalnızca, benim bildiğim tek gerçek bu. Hani nasıl desem de açıklasam. Tarifi nahoş bir saygısızlık gibi. Gülen yüzünüzü gözlerimin önünde hayal ederken, size hep durduğunuz başucumdan söz edebilir miyim ki? Deneyeyim mi? Ben çocuktum ve siz özendiğim gazozdunuz. Annemle pazara giderdik. Beni hep siz karşılardınız, o mayhoş kayısı kokusunda vücut bulmuştunuz. Sizin oynadığınız saklambaçlarda ben fasulye olurdum. Gözlerinize yakalanmak ta o zamanlardan beri güzeldi. Eve terli geldiğim günlerde anne azarıydınız. Top oynarken düştüğümde dizimde açılan yara olurdunuz sonra, ama düştüğüm halde sinirlenmeye kıyamadığım bisikletim olarak beliriverirdiniz yanıbaşımda. Sonra otobüsler vardı. Mahallemize giden tek otobüs sizdiniz. Ben o zamanlar otobüslerin numara sırasına göre geldiklerini sanırken, siz beni hep şaşırtırdınız. Çünkü ben sizi ne zaman beklesem siz gelmediniz, ama ne zaman sizinle işim olmasa beni es geçtiniz. Sizinle resim derslerimizde buluştuğumuz günleri hiç unutmuyorum. Ama hep bir parçanız benim evde unuttuğum resim dosyamın içinde kalırdı. O yüzden bütün resimlerimi size yaptırırdım. Oysa beceremediğimden değildi. Yanımda siz varken, kaş göz çizmek bana garip gelirdi. Kaşın gözün hası burnumun dibinde duruyordu zira. Okul çıkışı yanınıza lodosu da alıp üzerime yağardınız, şemsiyemi açmaya kıyamazdım. Pek sık uğramadığınızdan, bu randevuların bitmesini hiç istemezdim. Sırf yanımdasınız diye, saatlerce yürümeme rağmen, tatlı diliniz tüm o zamanın tasasını silip atardı. Geceleri yakamozlar eşliğinde bana söylediğiniz şarkıları hala unutmuyorum. O zamanlar adınız Ağustos'tu. Sizi hevesle, haftalarca beklediğimi bilirim. Onca sabırsız günün ardına, sizinle buluştuğum dev ekrana yanımda kola ve mısır getirmeme hiç kızmadınız. Keşfettiğim şarkılarda vardınız bir de. Sizi başkalarının ağzında görünce kıskançlıktan çatlardım. Şarkı bile olsanız, ben sizi hep sahiplenmiştim. Soba üstü kestane, köşebaşı turşucuydunuz. Kaynamış mısır olur ishal ederdiniz, üzülürdüm. Yine de size kızamazdım. Öyle ki dost sohbetlerinde rakıya buz katılmaz diye kıçımı yırtmamın sebebi sırf sizin kafanız iyi olmasın diyeydi. Buz olmayı hiç beceremezdiniz. Her ağlayışımda içimde eriyip gittiniz. Elleriniz senelerimde kaldı. Bu yaşıma kadar bu durum hep böyle devam etti. Sizi hiç unutmadım, fakat farkında mısınız siz de beni hiç bırakmadınız? Bugün benim doğum günümsünüz mesela. Bunun için size minnettarım. Gülen gözleriniz olmasa beyaz bir kağıdın benim için zerre kadar anlamı olmazdı. Şimdi ise sizin kirpiklerinizin ucundaki cümleler benim otuzaltıncı yaşım. Ve o beyaz teniniz; odamın, doğan güneşe inat sönmeyen ışığı oluyor şimdi. Uykum olun gelin hadi. Öldürün beni."

Bir anlık hışımla yerinden kalktı. Dayanamayıp yerine geri oturdu yazamayan yazar...

"
Gelirken ışığı kapatmayı unutmayın lütfen. Işık açıkken gözlerinizin güneşte aldığı rengi göremiyorum."

...ve perdesindeki sigara yanıklarından sızan güneşe daldı.