Bugün uykusuzluğun beni yediği ve bana yazmayı unutturduğu uzun günlerden biri. Ama yazmayı unutma konusunda son olacağı kesin. Hayatımda kendimi yorgun hissettiğim pek çok an oldu. Çok nadir zamanlarda her şeyi açık ve net olarak görerek kendimi güçlü hissettim. Özgüvenimin tavan yaptığı yıllarda etrafımda hiçkimse olmadığını farkettim. Henüz yeni farkediyorum esasen. Yalnız olmayı ben seçmiştim. Bu benim suçumdu. Evvelinde her şey bir kadın yüzündendi. Tahmin edebilirsiniz, zor değil. Kafasına eseni yapan ve kafasına eseni yapmadığını zamanlarda derin pişmanlıklar duyan biriyim. Bu yönümü seviyorum. Size açık açık söylediğim şeylerden epey yakınsam da hiçbir zaman pişman olmadım. Biliyorum ki başardığım bir şey varsa, bu benim galibiyetimdir; başaramayıp yüzüstü yere kapaklandığım olaylarsa hayatla rövanşım için zaferlerime önayak olacak avantajlı beraberliklerdir. Buna hep inandım, tıpkı beni defalarca düşürdüğü anlara rağmen aşka veya dostluğa inandığım gibi... Ama sonuç olarak yalnızlık benim için biçilmiş kaftandı, çünkü benim kalıbım buydu. Yalnız bir metobolizma benimkisi... Her zaman yalnızlığı seçtim. Bu benim suçum değil, bunu ben istedim! Her seferinde gerçekleşmiş olması da benim suçum değil. Mum ve rüzgar gibi olduk hep. Alevlerim büyüdü, ta ki sönene kadar. Aşık oldum. Şaşılacak bir şey değildi o zamanlar. En azından benim için. Çünkü ben aşık olmayı aşık olduğum kişilerden öte sevdim. Bu öyle bastırdığım çoğu şeyin aksine içimde ket vurabileceğim bir şey olmadı, asla. Olamadı. Ve benim ağzıma sıçtı. Kafama esti ve yaptım. Düşünmeden, kafamda beliren kelebek ömürlü bir kıvılcıma uydum, uzaklara geldim. Görünürde bu tercih yalnızca bir beraberlik içindi. Ama teoride bütün hipotezlerimi yalnızlık gerçeği çürüttü. Kendimle baş başa kaldım. Bu benim tercihimdi. Mutluydum, güçlüydüm, tıpatıp şarkıdaki adamdım: Bir Zamanlar Fırtınalar Estirirdim. Tek başına ayakta durmak insanı yoruyor. Bakmayın bana öyle... Benim öfkem saman alevinden öteye geçmedi. Fakat öyle bir harladı ki sizi hep kırdım. Oysa ben size hayrandım değil mi? Uzun süre yalnızca içinizdeki sesi dinleyerek yaşayınca, önceleri güçlüyken kendinize siper ettiğiniz bütün düşünceler uçuyor. Ve binbir güçlükle geliştirdiğiniz bütün savunma mekanizmalarını unutuyorsunuz. Hayatımda bu gibi dönüm noktaları çok canımı yaktı. Kendimi yazmaya ve okumaya verişim bu yüzdendir. Hiç yaşayacağımı düşünmediğim, hatta aklımın ucundan dahi geçmeyecek tonlarca durumla karşılaştım. Bunlar benim en güzel günlerimde, beni yerden yere çalarak çamura bulayan yıldız kaymalarıydı. Ben evren kadar karanlıkken, hayalgücümü hep samanyolu bildim. Buna tutundum. İnsanları çok sevişim bu yüzdendir. Hayalgücüm kimseyi karalamak için çalışmıyor. Ama size kafamı açıp gösteremem. Beni yanlış anlamalarınızdan nefret ediyorum; ancak sizden nefret edemiyorum. O kadar güzelsiniz ki... O gülüşünüz... Ta gözlerinizin pınarlarından kopup gelen nefesler... Benim iç çekişlerime yangın merdiveni oluveriyor. Hele ki oturup iki çift laf etmeyegörelim. Çay koydum ister misiniz? Lütfen gitmeyin. Yanına dünden kalma poğaçam da var?"
Bir anlık hınçla yazdığı kağıdı daktilosundan çekti; gözlerini gökyüzü bildiği beyaz denize gömerek hıçkırıklara boğuldu yazamayan yazar.