11 Şubat 2013 Pazartesi

Ben Kendim ve Herkes Hakkında

Geçen günlerde, lisedeyken hayat hakkında nasıl düşündüğüme dair bir şeyler hatırladım. Hani üniversite bitirdik, aradan onca zaman geçti falan filan... Hayır işte... Her şey yerli yerinde, aynı şekilde duruyor işte. Hayata dair edindiğim, türettiğim ne kadar fikir varsa aynı şekilde duruyor. "Peki bu nasıl oluyor"u açıklayayım. Liseden bu yana geçen seneler içinde, kafam ve içindekiler defalarca değişti. Kimi zaman büyüdü, gelişti; kimi zaman erozyona uğradı. Bazen de birileri birlik olup kafamın üzerine bir çığ gibi düştüler. Sonuç olarak da aynı kanıya vardım. Ben gitmek istiyorum.
Böyle direkt ve toptan emekli olacaksın. Emeklilikten kasıt paranın olmadığı bir hayal elbette. Ama ne zaman bu düşünceye düşsem, aynı yerde tökezliyorum. Yalnız gitmek istemiyorum. Yanımda götüreceğim birini de istemiyorum. Biri veya birileri, birkaçı değil benim istediğim. Benim istediğim, herkes. Herkes ya... İstisnasız, seçmeden, kırmadan herkesle kalkıp gitsek hep beraber, hep beraber olabileceğimiz bir yere. Öyle hümanist, melek bir adam da değilim. Kendime matah düşünce bulutları çizmekten hazzetmiyorum. O yüzden yanlış anlaşılmasın, bu tamamen bencilce, bencilce ve bencilce arzulanan bir hayal. Yalnız şunu da belirtmeden paragraf atlamayayım; hayatımdaki bütün insanlarla buralardan çekip gidip bir adaya yerleşsek, hepsinin geçimini sağlamak için çalışan tek adam olabilirim ve zerre gocunmam.
Herkes gelmek istemeyecektir tabii. Herkes, herkesi de görmek istemeyebilir. Bunu hayatıma giren herkesle sınamış bir adam olarak anlayabiliyorum. Ama bu bir bakıma haksızlık. Çünkü ben herkesle olmak istemediğim bir düzen içerisinde, sırf herkesle birlikte olabilmek için herkese katlanarak herkesle olan ilişkimi sürdürebiliyorum. Öyleyse benim de bunu istemeye bir yerlerde hakkım var öyle değil mi?
Öyle değil. Konuşmayı sürdürdüğünüz sürece, birazcık akıllıysanız her işin içerisinden çıkabiliyorsunuz. Hayatın bu yönü çok sevdiğim bir paradoks. Yalnızca kendi kendime konuşarak her şeyi çözebiliyorum ve bu bana bir damla bile katkı sağlamıyor. Mükemmel bir ironi. Her şeyi kafamda çözebiliyorum, her şeyi ortaya döküp, anlatabiliyorum ve hatta kendimi herkesin ortasında, bir diyalogta veya sonu görünmeyen bir monologta yerebiliyorum. Ama bu benim hiçbir şekilde vicdanen ve aklen rahatlamamı sağlamıyor. Çünkü insanlar yine aynı, ben onları nasıl algılarsam algılayayım.
Artık insanlar hakkında yorum yapmaktan kaçınıyorum. Kötü bir adama kötüsün demenin hiçbir manası yok, iyi olanı kucaklayıp yola devam etmekte fayda var. Hayatıma giren herkesten sonra hiç kimseyi aramayıp herkesle yola devam etmekte karar kıldım.
İşin aslı yalnızca yaşadığın için mutlu olan bir kadın varsa o annendir. Zaten bunu becerebilen ikinci bir kadın bulabilirsen yaşamaya dair öğrendiğin her şeyi unutup, yalnızca o kadın için yaşaman gerekir.

2 Şubat 2013 Cumartesi

Zırva

Yok ya. Beceremediğim çok fazla şey var ve bazen bunu kabullendiğim halde söylemeyi reddediyorum. Bu çoğunlukla rahatlıkla yaptığım bir şey olsa bile cidden bazen hiç içimden gelmiyor. Herhangi bir sorun olduğundan değil, yalnızca canım istemiyor kimi zaman. Sanırım şımarıklıktan. Öyle bir imajım vardı mesela çocukken. Ben hep ağırbaşlı, efendi anılan çocuklardan oldum. Bu imajımı kaybetmemek benim için çok önemliydi. Çünkü gerçekte ne anasının gözü olduğunu belli eden çocukların halini görüyordum. Hiç takdir edilmedikten sonra neden sürekli haylazlık edip duracaktım ki? Her çocuk haylazdı zaten. Ama bunu göze parmak şeklinde apaçık sergilemenin içinde herhangi bir zeka kırıntısı göremiyordum ben. Hadi bunu geçtim, biraz da saftım. Bunun da artısı büyüktür.

Kuşağımın hemen hemen her çocuğunda olduğu gibi peluş bir köpeğim vardı. Ayaklarından biri her ne olduysa, yamuk duruyordu. Uyuz oldum, ama öyle böyle bir uyuzluk değil; beş yaşında bir çocuğun ifrit olma sınırındaydım yani. Anneannemlerdeydik. Bizimkilere belli etmeden arka odaya pustum. Çekmecenin birinden bir şiş buldum ve köpeğin yamuk bacağına sapladım. Bacağın delinmesiyle peluşun içindeki pamukların pörtlemesi bir oldu. O anda panikledim. Niye o kadar heyecanlandım veya peluşu delince başka ne olmasını bekliyordum gerçekten şu an kavrayamıyorum ve bilmiyorum. Ama gerçek manada ilk panik atağımı belki de o zaman yaşadığımı söyleyebilirim. Çünkü ben köpeğin bacağıyla cebelleşirken annemin odaya girmesiyle ağlamaya başladım. Annem de kahkaha atmaya başladı. Sonrasında köpeğin bacağına dikti, bu da anneme seneler sonra bile konuşulacak bir eğlence olarak kaldı.

Uğraştığım onca şey olmasına rağmen, bazen canımın hiçbir şey yapmak istemeyişinden nefret ediyorum. Çok fazla insana uyuz oluyorum ve çok fazla insanı çok seviyorum. Böyle bir huyum var. Benim için ortalama insan yoktur. Bir insan ya sevilir ya o insana sövülür. "Tanısan seversin bence" yaklaşımı, her seferinde boka saran ve sürekli köşede bir "ben demiştim" anı kollayan bir yaklaşımdır. Başından beri sevilmeyen bir adamdan herhangi bir şey kaybedilemez. Zaten onsuz süregelen bir hayatın var. Hayatına dahil olmadıkça herhangi bir katalizör rolü üstlenmiyor. Ama sevdiğin insanlar üzerindeki yanılgı payına herhangi bir merhem bulunabilmiş değil şu ana dek. Göt olmayı öğrenmeden hayata devam edilmiyor.

Nietzsche iki çeşit insandan söz eder. Bunlardan biri üst insandır. (übermensch) Bu insanı, gördüğü gerçekliği değiştirebilen ve insanlık üzerinde yücelen insan olarak tanımlar. Adolf Hitler gibi, Walt Disney gibi... Geriye kalansa çoğunluktan ibaret olan sürüdür. Yani toplumun harcanabilir kısmı, bizler. Bizler trenlerin önüne atlarız, kredi kartı borcumuz yüzünden kendimizi asar, zehirlenir veya cinnet geçiren kocamız tarafından esir alınıp, otobüste insanları taciz ederiz. Aramızdan üstün insan olmaya çok yaklaşmış ama başaramamış bireyler çıkar. Küçükken bu potansiyelimiz sınırsızdır. Hayatımız tam bir ihtimaller denizidir. Ama sürü olarak, her birimizin, bu potansiyelinin tükendiği ve hayatımızdaki "ne olacağım" sorularının gidip "ne oldum" sorularının geldiği bir an vardır. Bu ana ulaştığınızda göt olmayı öğrenmemişseniz hayatta kalamazsınız. En azından kendiniz olarak...

Ancak başka bir yol daha mevcut. Bütün bunları reddedip, Nietzsche'ye hareket çekip, yaşamaktan başka bir alternatifinizin olmadığını kabullenirsiniz ve hayatınızı kendiniz için güzel yaşamaya çalışıp, üstün insan saçmalığını hiçbir şekilde algı çerçevenize almazsınız. Şahsen yalnızca istediklerimi yapmak için uğraşırken, etrafımdaki olanak ve insanlarla mutluysam kaç yaşında veya nasıl öldüğüm zerre sikimde değil.

Öyleyse Nietzsche de, üstün insan da, sürü de yerin dibine batsın.