24 Aralık 2012 Pazartesi

Akıntı

Söylemekten rahatsız olduğum çok şey var. Uzun süredir. Epeyce uzun bir süredir kendimde değilim ve kendimi dinlemiyorum. Zaten hep başka şeyler dinledim ben. Başka kadınlar, başka şarkılar. Acı bir şekilde fark edeli çok olmadı, kendi hazineme gömdüğüm şarkıları artık dinleyemiyorum. Halbuki hepsi kafamdaki kurşunlar gibiler. Bütün hüzünlerimle taşıdığım şarkılar yani. Epeyce bellemişler hafızamı, her bir koridorunu, köşesini, ucunu ve hatta ve hatta ziyanlarını benden daha iyi biliyorlar. Şarkılar hafızamı benden daha iyi tanıyorlar. Yoksa ben düpedüz unutkanım. Afyon gibi bazıları, almayagör. Kilitliyorlar her yerimi, boydan boya, tepeden tırnağa. Oysa hepsinde güzel baharlar, sıcak gülüşler vardı. Her hatıra, her kadın gibi.

Kendime sakladığım her şeyin sonu, utanç içinde yüzüstü bırakıldığıyla kalıyor. Evet, böyle bir huyum varmış meğer. Çok büyük sevinçlerle hayata sarılıp, aynı günün akşamı şoka girdiğim anılarım var özenle ve düzenli bir şekilde hatırladığım. Kendimi rahat bırakamıyorum. Tıpkı filmdeki gibi, her seferinde tehlikeli bir aklın itiraflarına sarıyorum. Sarıyorum. Başa sarıyorum. Acılarımı şımartıyorum. Kendimi yerin dibine sokarken, başımdan geçenleri yere göğe sığdıramıyorum. Sığmıyorlar, ben alıp başımın üstüne yerleştiriyorum. Ama bunu yaparken bile bencilce davranıyorum. Bir kadından özür dilerken bile, onunla yaşadığımız kötü şeyler için, onun kafasında yok olmam gerektiğini bildiğim ve düşünebildiğim halde; kendimi, kendi yarattığım ateşlerin içinden çıkarmak için gidip ondan özür diliyorum. Evet. Halbuki böyle giderse, bu mantıkla bir paradoks oluşacak ve ben gerçekten boğulmaya başlayacağım. Ondan özür dilediğim için özür dilemem gereken bir durum ortaya çıkıyor esasen. Ve ben kafamın içinde saçmalamaktan o kadar sıkıldım ki... Öylesine sıkıldım ki...

Bilmiyorum. Abartıyorum işte. Küçük yaşta ölçümü kaçırdım ve bir daha da düzlüğe çıkamadım. Evet, tam olarak düşündüğüm şey bu. Mübalağa huyum benimle birlikte büyüdü, büyüdü ve büyüdü. Tıpkı bu cümlede olduğu gibi.

Ama "Confessions of a Dangerous Mind"taki gibi işte... Son zamanlarda aklıma yeni bir oyun fikri geliyor. Potansiyelini harcarken çocukluğuna saplanıp kalmış üç adam, başından geçenleri ve yaptıkları ziyanları düşünüyorlar; ortaya da bir silah konuluyor. İntihar etmeyip, hayatta kalan oyunu kazanıyor.
Ödülü de bir şemsiye... Girince açılan cinsten.