18 Haziran 2012 Pazartesi

Bu Ben Olamam Herhalde - 11


"
Sonunda kaçınılmaz olan gerçekleşti ve kitabımı teslim ettim. Evet, sizin gibi ben de böyle bir şeye ihtimal veremiyordum. Ama olması gereken buydu sonuçta. Bu da benim ekmek param işte. Her zamanki gibi ağladım, zırladım, yakındım, saçmaladım ve teslim tarihinden bir ay kadar saptıktan sonra işimi bitirdim. Sizi böyle oyaladığıma bakmayın, ben aslında sorumlu ve iş bitirici bir adamımdır, diyerek gönlünüzü çalmaya çalışıyorum ama çapkınlıkla aramın olmadığını biliyorsunuz. Keşke bilmeseydiniz. Belki sizi kandırma şansım olabilirdi o zaman. Çünkü çapkınlıkla olmasa da hovardalıkla aram iyidir, hem de en az şu cümledeki "çünkü" kadar. Kitabım bitmemeliydi belki de, bilmiyorum. Bu aralar çok boş takılıyorum. Biri el firenimi indirip, vitesi boşa aldı sanki. Önümde bomboş bir yokuş, her sokağın ucu kafamdaki ihtimallere bağlı. Yani istediğimi yapabilirim, ama bedenim tek küreği kırılmış bir sandal misali hep aynı yönde daireler çiziyor. Dibimi delmekten korkar vaziyetteyim, ara sıra ruhum su alır gibi oluyor. Korkuyorum. Ah şu gülüşünüz olmasa, şimdiye geberip gitmiştim. Yanımda olduğunuz için çok teşekkür ederim, Allah belanızı versin. Niye mi? Bir de utanmadan bana niye diye mi soruyorsunuz? Şu dünyada amaçsızca savrulup, can çekişip duracağıma merak ettiğim öbür tarafı keşfe çıkardım, daha iyi. Hep sizin yüzünüzden. Çünkü çok güzelsiniz. Ve güzelliğiniz bana çünkü dedirttiği için güzelliğinizi kınıyorum. Benim hayatım tümüyle kitap yazmak olmalı, sürekli yazmalıyım ben. Yoksa böyle deliriyorum. Benim bütün heyecanım, aksiyonum, atraksiyonum yazmak! Kitap teslim tarihlerinden, bir sonraki kitap fikrine kadar geçen zamanlar benim bitmeyen reklam aralarım. Bitemiyor mübarek! Yolculuklar da öyledir ya... Biteceğini bilirsiniz, ama bir an önce yol bitsin istiyorsunuzdur. Oturup kendinizi ikna etmeye çabalarsınız. Güzel şeyler düşünürsünüz. Akşama göreceğiniz arkadaşlarınızı, birlikte yemek yiyeceğiniz sarışın kadını hayal edersiniz. (Bu bana uyarlanmış hali tabii.) Sonra içinizdeki sıkıntı biraz olsun yatışır gibi olur, ama gözünüzün önündeki kadın gülümsemeye başlayınca mideniz alev alır, yerinizde duramazsınız. Yani yatışmak için uğraştığınız yerde daha çok sabırsızlanmaya başlarsınız. Tıpkı suyu mahsustan ısıtıp, kafanıza demir gibi soğuk bir halde boca eden İhlas şofben gibi... Evet işte o kadar göt bir duygu bu! O kadar göt! Bir o kadar pezevenk! Gözünüzün alabildiğine puşt! Neyse... Bu aralar her şey, bir şehri terk etmek gibi işte... Siz hiç bir şehri terk ettiniz mi? Ama hayır. Siz benim kadar zalim ve talihsiz olamazsınız. Siz ancak terk edilen, güzel kadın rolüne layıksınız. Hani olabildiğince vefakar, sadık, falan feşmekan... Bir şehri terk etmek, üç çocuklu bir anneye hangi çocuğunu en çok sevdiğini sormak gibidir.  Saçmadır yani. O kadın size ne dese falsodur. Pusar kalır önünüzde. Gülümser. Anne olduğu için politik bir cevap da çıkmaz ya ağzından. Sonuç olarak sırf sizin götlüğünüzdür o. İşte bir şehri terk etmek de o annenin durumuna sokar sizi. İçinizden sövmek gelir, gülümsersiniz. O durum tümüyle o şehrin götlüğüdür, çeker gidersiniz. Yapacak bir şey yok. Bok yok! İşim varken sızlanır dururum, vaktim yok şunu yapacağım vaktim yok, bunu yapacağım vaktim yok, VAKTİM YOK! Şimdi bok gibi vaktim var, vakit içinde yüzüyorum. Kahvaltıda bir kibrit kutusu büyüklüğünde vakit yiyorum, öğlenleri ballı sütle iyi gidiyor. Akşama yalnızca brokoli ve vakit salatası yiyorum. Ve gün geçtikçe kilo veriyorum. Ama bu kadar vakitle ne yapacağımı bilemiyorum. Götüme mi sokacağım lan ben bu kadar vakti! Bu mu yani! Aklıma o kadar plan, fikir, film, kitap ve bilumum ıvır artı zıvır gelirdi. E hani?! Neyse... Kes. Ayar ettiniz beni yine. Sizin hayatınız düzenli tabii. Anca böyle arada sırada çıkıp, yüzüme gülümseyin. Göz kırpın, iş atın. Gerisi hikaye... Bundan sonra beni rahatsız etmeyin. Akşama uğramayı unutmayın yalnız, kırarım boynuzunu iblis!"

Rahatlamış bir şekilde yerinden kalktı; arkası kırık sandalyesinden düşmek üzre yerine kuruldu yazamayan yazar...