28 Temmuz 2012 Cumartesi

Bu Ben Olamam Herhalde - 13


"
Yıllar geçtikçe, -hatta ne yılları, günler geçtikçe- farkettiğim bir şey var. İnsanlar beni şaşırtmaktan hiç bıkmayacaklar veya ben, her ne kadar merakını koruyamayan bir insan olsam da, insanlara şaşırmaya ve derinlerde bir yerlerde, karşıma çıkacak insanlara özel bir merak korumaya devam edeceğim. Aklım kemale erdiğinden beri iliklerimde sakladığım, kendi çapımda gerçekliğine inandığım bir prensibim var. Hiçbir insan bir kitap cümlesi kadar net ve bir şarkı kadar güzel olamaz. Uzun bir süredir buna inanmama rağmen bulut kadar duru insanlar tanıdığım da oldu. Öyle zamanlarda bu prensipten hiç şaşmadım. O yüzden bu insanların çoğu -benim aramızdaki ilişkiyi berbat etmediğim insanlar oluyorlar bunlar- hala hayatımı sarmalamaya ve bana ilham kaynağı olmaya devam ediyorlar. Yanlış anlamayın, onları asla yazmak için kullanmıyorum. Onlar bana yaşamak için ilham oluyorlar. Hayatı onlarla seviyorum diyebilirim. Bu samimiyeti her zaman göstermem, o yüzden değerinizi bilin la, cıvıtmayın hemen! Mızıkmayın! Fakat gel gelelim, yanımda yöremde çiçek gibi açan bu insanları hiçbir kitap cümlesinin veya bir şarkının ötesine koymamama rağmen, o kadar abuk subuk hatta (kusura kalmayın) yarak kürek insanları, bir o kadar (yani aynı derecede) mükemmel, güzel, harikulade kitapların ve şarkıların üzerinde arşa çıkarttım ki aklım kaydı. Gerçi bir yerde de aklım bana kaydı diyebiliriz. Böyle bir prensip geliştirip, ucumda bucağımda barınanlara nah çekerken, ömrümü sikmeye hazırlananları baş tacı yapan bir akla pek bir laf söylenemez açıkçası. Kısacası prensip meselesinde su koyveriyor bir bakıma. O yüzden sizin ta ağzınıza sıçayım. Ne güzel her şey yolunda gidiyordu. Yeni bir kitap projesi almıştım. Ev sahibim tatile çıktığından, Müzeyyen Senar'ın sesini iyice açabiliyordum ve saat kaç olursa olsun her canım istediğinde Zeki Müren rakıma eşlik ediyordu. Üstelik ekmek de ucuzlamıştı. Bekar bir sultandım ve sigarayı bırakmıştım. Kim tahmin edebilirdi ki sizin aklıma girip, benim deliliğime ilk adımı atacağını? Ben bile bilemezdim ulan. Hayal bile edemezdim. Çünkü düşününce insanlık için çok fuzuli bir adımdı bu, ne gerek vardı? Benim için belki gerekliydi. İpimi koparmadan sikim taşağıma denk düşmeyecekti. Böyle bir gereklilik işte! Çok mu uyduruk oldu? Sizsiziniz lan o! Hepiniz uyduruksunuz! Sizler, ucuz bir romanın son cümlesi kadar olamayan sizler, ne cüretle beni üzebilirdiniz ki? O yüzden ben kendi kendime delirip, sinirleniyorum. Siz bir sikim delirtemezsiniz. Tek vasfınız bana kendimi yalnız hissettirmek, o kadar. Onu bile yaparken kendinizle çelişiyorsunuz. Siz aklıma geldikçe yazıyorum, yerlere atıyorum. Sonra bir bakıyorum, hepiniz yerdesiniz. Hem de sayfalarca... Sayfalarca yerdesiniz. Beyaz bir nehir gibi akıyorsunuz odamın ortasında. Kıçıkırık otel odasında, beyaz bir nehir ve ortasında kuru yaprak gibi sizinle dolu kelimeler... Yığınlar haline gelip beni dolduruyorsunuz. Sonra ben de bir yığın oluyorum. Parmaklarım ağrıyor, çünkü bu daktilo doğru düzgün çalışmıyor. Ve ben sıkıldım. Ben artık çok sıkıldım sarı kadın. Ellerimi yormayın benim. Çünkü eller önemli... Eller üşeniyor saplantılarımı yazmaya, çünkü lafındaki tiksintiyi sizin yüzünüzden yazmak istemiyorum. Siktirin gidin buradan! Hepinizi cebimden çıkarırım ben be! Hepinizi! Tuvalet kağıdına gelen zammı söyleyen o spiker gibi, bir o kadar ciddi ve bir o kadar saçmayken, ona bunu yaptıranın katıksız bir salak olduğunu söyleyen iç sesine duyduğum kadar bile saygı duymuyorum size. Çünkü siz ve ben, hadi kibarlığı bir yana bırakalım, ikimiz; saçma bir çiftiz. Ama çiftiz. Bizi güzel ve sarhoş kılan da bu.... Gerisi teferruat.

Yavaşça arkasında yaslandı ve bir daha içmemecesine bir nefes çekti sigarasından, yazamayan yazar...

5 Temmuz 2012 Perşembe

Bu Ben Olamam Herhalde - 12


"
Bugün dingin, ama sinirli bir vakitteyim. Hani bir otel odasında, daktiloyla baş başa... Elimde beyaz bir kağıt, selefleri yerde buruş buruş duruyorlar. Kemiklerimden taşaklarıma kadar klişe sıçıyorum yani. Ama bana mutluluğu sormayın. Bu hayatta mutlu ya da mutsuz yok. Hele iyi ya da kötü asla yok. Çünkü ben kendimi ve bugüne kadar başıma gelip de bugünkü şartları oluşturan her şeyi çoktan kabullendim. Tıpkı şu cümledeki götü boklu "çünkü" kadar... Benim gücüm tümüyle kendime, sizinle herhangi bir ilişkisi yok. Ben o ilişkiyi keseli seneler oluyor. Hayatımdan çıkan insanlar beni adam etti. Biliyorum ki izin versem bana kendimi siktirirsiniz. Üzgünüm, bunun şu anda mümkünatı yok. Kendimi kabul ettim. Yok saydığım hiçbir halt yok bu hayatta. Kendime izin verdiğim şeyler var. Yediğim her haltın bir özrü var kendi içimde, siz sikimde bile değilsiniz. Sizinle hayatta kalabilmem için öncelikle kendimle hayatta kalmayı öğrenmeliyim. Bir şeyi adım gibi biliyorum, daha fazla batamam. Dip diye bir şey yok bu hayatta. Daha fazla batamam ve sizi affedemem. Ama sizinle yüzleşmekten başka çarem de yok. Sizi rahatlatmalıyım, sizi yıkmalıyım, sizi kendi içimde yok etmeliyim. Akciğerlerime sancılar girmeden, vicdanıma kramplar girmeden nefes almamın tek yolu bu. Bu güne kadar acılarımı kendi içimde büyüttüm ve buna katlanabilmek için ve her türlü ibneliği kaldırabilme eşiğimi yükseltebilmek için çok uzun yollar katettim. Artık sadece inanılan şeyler var bu hayatta. Bana göre ise ben varım yalnızca. O yüzden sizinle hayatta kalabilmek için hatalarımı size karşı kullanıyorum. Bunun sizdeki karşılığı tecrübe. Size göre sizi her gördüğümde sarı saçlarınızı ve "masum" gülüşünüzü tecrübe ediyorum. Ancak reelde bu tümüyle benim hatalarımın bana öğrettiği bir şey. Siz bana bu kadar masum gülebiliyorsanız, bu masumiyetten öte bir puştluk çıkmıyorsa gülüşünüzden, benim hatalarım sayesindedir. Bunu adım gibi bilmesem, sizinle yaşayamam. O yüzden artık kendime karşı utanmazın biriyim. Aranızda bir ismim yok ve bu hiç önemli değil. Bu benim hayatta kalma içgüdüm. Siz buna uzun zaman önce "azimle sıçan taşı bile deler." demiştiniz. Ben de bunu uyguluyorum. Kendi içimde hiç kimse olmazsam, aranızda yaşayamam. Aksi halde "yaşamak istemem artık aranızda". Çünkü benim ruhum uzun zaman önce kendi başıma yediğim boklarla vaftiz edildi. O yüzden adını andığım her çünkü için sizi suçlama özgürlüğüne sahibim. Bunu kendime hak görüyorum. Bu sarı güzellik size doğuştan gelen bir haksa, kendi yaşam şartlarımı oluşturma yeteneği de benim tanrı vergim. Biz bu ayrılığı uzun zaman önce, siz pusulayı kişisel hayatlarınıza karıştırdığınızda ve kendi sağduyunuzu kaybettiğinizde yaşadık. Siz o zamanlar gerizekalılığı içinize sindirirken ben o kelimeyi şu kağıda yazmakta bile zorlanıyordum. Ben hiçbirinize gerizekalı demedim oysaki. Enteresan adamlarsınız, hepiniz. Bu yüzden sizi seviyorum. Ama sizin gibi olursam yaşayamam. Anladınız mı beni? Sizin endamınızı yerim, şimdi siktirin gidin buradan. Akşama gelirken de ekmek almayı unutmayın. Dolapta iki lokma dolma bıraktım, gece acıkırsam ısıtırsınız. Gözlerinizden öpüyor, Allah'tan rahmet diliyorum."

Kağıdı daktilosundan çıkarıp buruşturdu ve yerdeki beyaz denize azad etti yazamayan yazar...