11 Ekim 2012 Perşembe

Bu Ben Olamam Herhalde - 15


"Hayatımıza çeşit çeşit insanlar giriyor. Bunca yılın verdiği tecrübeye dayanarak söyleyebilirim ki, hayatımıza alıp canımız ciğerimiz yaptığımız insanların "oha sen ne cins bir adammışsın lan!" türünden insanlar olmaları imkansıza yakın. Çünkü hayatımın geç bir dönemine denk gelen aydınlanma evresinde idrak ettiğime göre, bu insanların karakterleri, kendi karakterlerimizle çok yakından örtüşüyor ve aşırı bir paralellik gösteriyor.

Yakın bir arkadaşın cinsin, antenin önde gidenidir, ama seversin. Neden sevdiğini sorsalar kem küm eder, bilmediğini söylersin. Fakat o sırada içinde uyanan bir itiraf vardır. O adamı gerçekten kendine yakın görüyorsun çünkü o cins, o anten sensin. O adamda gördüğün manyaklığın yadsınamayacak kadar bir yüzdesi senin yüreğinde pompalanıyor olmasa, sen o adamdan zerre hazzetmezsin. Demem o ki, çevrenizdeki insanlarla kendinizi kıyaslamayı bırakın. Sonuçta ya siz çevrenizi oluşturursunuz, ya da çevreniz sizi oluşturur. Bunun bir "Aaa ben yalnız büyüdüm, kendimi şöyle böyle, bık bık geliştirdim." versiyonu yok. Hele ki tek çocuk olduğunuz halde böyle bir safsata varsa içinizde lütfen siktirip gidin, ki daha da birbirimizle benzeşmeyelim."

O gece, kör bir saatte otobüs beklerken kafamdan tam olarak bunlar dökülüyordu. Belediyenin yeni boyadığı, gıcır gıcır, sarı beyaz kaldırım taşlarında körleşmiştim. Bu koca monoloğun başlama sebebiyse, içimdeki "ya son otobüs kaçtıysa" paniğini başımdan savmaktı. Arada sırada geçen dolmuşların telaşlı motorlarına kulak kabartıp başımı kaldırsam da aklımdaki başı boş cümlelerden başka bir yöne sapmıyordum. Havada inceden bir ayaz vardı. İnce hırkamın kapşonunu çaresizce başıma boca etmiş, homeostasisin kendini göstermesini bekliyordum. Derken durağın arkasında ani bir patırtı koptu. Arkasından ağırca bir küfür savruldu. O anki sıçramayla belki de sonunu getiremeyeceğim, ama o ana dek büyük çabalarla, hunharca sarfettiğim bütün cümleler boğuluverdi. Kafamda yalnızca muğlak bir soru vardı şimdi: "Noluyor amına koyayım?"

Bir anlık gafletle, beynime giren muğlak sorunun da gazına gelerek arkamı dönmüş bulundum. Başımı çevirmemle kirden siyaha dönmüş soluk ceketinin kolları omuzlarına kadar sıvalı, kafası bir hilal şeklinde kel ve tahminimce ellilerinin ortasında iki kan çanağı göz, beni alnımdan mıhladı.

"Bir sigaran var mı?" dedi. Bunu o kadar çabuk söylemişti ki, sanki ağzıyla göğsüme doğru ateş etmişti. O an bozulan yalnızlık zırhımın da etkisiyle sendeledim. Konuştuğumu zannediyordum ki, yalnızca ağzımı açabilmişim.

"Sana dedim birader, beni zora sokma. Varsa ver yoksa canın sağolsun, ama ben bunu unutmam. Affetmek tanrıya mahsustur, ben bunu bir kenara yazarım." dedi.

"Yok" dedim, "Ben öyle demek istemedim." O an durup düşünmeme gerek yoktu, tam bir gerizekalıydım. Adama hiçbir şey söylememiş olmama rağmen, tam da az önce söylediğim gibi, yani tam bir gerizekalı gibi savunmaya geçmiştim. Lafın özü, adamın ağına düşmüştüm, oltaya gelmiştim.

"Ha yani bilelim." dedi, "Ben buranın gediklilerindenim, bir ıslığıma alırlar seni aşağı, neye uğradığını şaşırırsın. Varsa ver yoksa canın sağolsun, ama ben bunu unutmam." dedi.

Şok olmuştum. "Vay annesini ya, sen nasıl dedin onu öyle?" deyiverdim.
"Ney?" dedi. "Şey..." dedim, "...gediklilerindenim?". Biraz durdu, düşündü. Kendi içinde hecelemeye çalıştı. Kem küm etti söyleyemedi.

"Lan!" dedi, "Gavat mısın nesin? Ne bok yemeye sordun bunu?! Senin yüzünden şimdi söyleyemiyorum." Yere bakarak sırıttı, başını kaldırıp "Yoksa biz mürekkep yalamış adamızdır alimallah, bizden kelime kaçmaz." dedikten sonra ağzını açtı. Ağzı leş gibiydi. Mürekkebi yalamayı geçtim, kana kana içmiş olabilirdi. Teşbihte hata olmaz. Bunu ağzına bakarak değil, sırtına yüklediği tonla mecmuadan, sarı kapaklı, gazete promosyonu romanlara bakarak söylüyorum.

"Eee?" dedi, "Var mı sigaran? Varsa ver yoksa canın sağolsun, ama ben bunu unutmam." dedi.

"Yok." dedim, "Kullanmıyorum ben, başlamadım, başlamayı da düşünmüyorum."

"Başlayacaksın." dedi bastırarak ve gözlerime bakarak tıslayışını yineledi, "Başlayacaksın."

O sırada beklerken yaşlandığım otobüsüm durağa yanaşıyordu, arkamı hafifçe süzdüm. İçimden, "İyi bakalım. Bundan sonra her gelişimde bir selamını alırım. Varsa ver yoksa canın sağolsun, ama ben bunu unutmam." dedim. Otobüsün camına doğru dalışa geçerken, beni o halde tek başıma konuşurken gören oldu mu diye düşünüyordum. Etrafta kimsecikler yoktu. Olsun dedim kendi kendime... Benim bir otuz sene içinde, bu hale geleceğimi kim nereden bilebilir ki? Bu ben olamam herhalde...