7 Eylül 2013 Cumartesi

Gece Gelen Can Sıkıntısı

Gece gelen can sıkıntısına... diye başlamışım. Acaba ne için niyetlenmiştim yazmaya. Eskiden pek çok şey için yazardım. İnsanlar için yazardım. İnsanlara karşı hissettiklerim için yazardım. Onları mutlu etmek için yazardım. Yazmayı, tanıştığımız günün sabahı benim için bir şeyler yazan bir kadından adet edindim. Küçükken böyle değildi oysaki.

Her şey bir ajandayla başladı. Kendimi herkese altı buçuk yaşında tanıttığım bir dönemdi. Her pazar, eve giren gazetelerin sinema eklerinden kupürler toplardım; ajandama yapıştırırdım. Zaman zaman ısırmak istediğim, kola kokulu bir Prit'im vardı. Bu benim içimdekileri bir yere aktararak düşündüğüm, gözlerim açık hayal kurduğum ilk an olarak değerlendirilebilir. O yaşta Denzel Washington'la konuştuğum çok şey vardır mesela. Veya kendimi en ketum hissettiğim anlarda Juliette Binoche benim dert ortağım olmuştur.

Günlük yazmaya hep özenmişimdir. Ama defalarca günlük tutmaya girişmeme rağmen başaramadım. Günlük tutmayı başaran ve bunu bir alışkanlık haline getiren insanlara hayranım. Peki ben neden yapamıyorum? Çünkü ben tam olarak "bugün"de yaşamıyorum. Anlık algılarım tam bağımsız ve hür değil benim. Ben bugün aldığım bir tadı, hayatımla süregelen tatlarla bağdaştırıyorum, onları birbirlerine bağlıyorum. Bu bir tek hayatıma giren insanlar için geçerli değil. Keşke onlar için de böyle olsaydı. Bunu çok düşündüm. Özellikle kendimle uzunca baş başa kaldığım bugünlerde neredeyse başımı yastığa koyduğum her seferde gözümün önünde bu düşünce sahne alıyor. Keşke insanları da birbirlerine mühürleyebilseydim. Keşke her insan benim için özel olmasaydı.

Günlük hayatımda pek dikkatli değilim. Her şeye odaklanamıyorum. Bazen günlük aktivitelerimi farkında olmadan yaptığım veya ne yaptığımı unuttuğum oluyor. Ama beynime zincirleyip iç içe ördüğüm hiçbir anıyı unutmuyorum. Bu bazen bir lütuf, bazen bir lanet. Fakat durum şu ki; hangisi olduğunu belirleyen ben değilim, o an ilgi alanıma giren insanlar. Bir insanla genel hatları sıkıntısız bir ilişki kurduysak hatırladığım her şey ikimizi mutlu kılıyor ya da o an gözümün önünden geçen film şeritleri ikimize bir seyir keyfi yaratabiliyor. Ancak diyaloğumuz sıkıntıya düştüğünde benim hatırladığım her şey diş göstermeye başlıyor. Hatırladığım güzel şeyler yüzünden o kişiye sinirlenemiyorum, misal. Bu kadar saçma bir şey olabilir mi?

"Bir şeftali kokusu... Onun parfümü gibi... O gün de yağmur yağmıştı. Bana olan sinirini kırmaya çalışıyordum. Sabah migrenim tutmuştu. Ziraat Bankası'ndan sağa dönünce, önce Halkbank'tan para çekmeliyim. Sonra Dominos'un yanındaki ATM'den kirayı yatırırım. İçimdeki sıkıntı neden acaba? Şu an PTT'nin önü tam olarak Kızılay. İnşallah istediği albüm Dost'ta vardır. Belki arkasına da küçükken çektirdiğim vesikalık fotoğrafı yapıştırırım. Hani senelerdir sakladığım ve başka bir eşi olmayan, ilk gördüğünde çok güldüğü, bir başka zamanda kolumun üzerinde yatarken ve kulağıma "umarım çocuğumuz sana benzer" diye fısıldarken avucunda tuttuğu fotoğrafı. O zaman da yollar ıslaktı ve boğuktu hava. Etrafta her zamanki uğultu vardı. Belki biraz kirliydim. Çantamın ağrıyla tutunduğu sağ omzum ve sol iç cebimdeki kıçımın şeklini almış kıytırık cüzdanım... Saçlarım karışıktı, yüzüm yine çırılçıplaktı. Kafamda yüzünün halini canlandırmıştım. O an hayali yetmemişti. Çok para vermiştim albüme, kaç para vermiştim? O an verdiğim parayı saymayacak kadar gerizekalı değildim belki, ama o kadını hala hatırlayacak kadar gerizekalıyım."

Kafamda bir dizi oynuyor. Ne oto-sansürü var, ne denetleyeni var. Her fırsatta gösterdikleriyle, söyledikleriyle analı bacılı giydiriyor bana. Ben de oturup izliyorum, tek kanallı kuşaklar gibi. Çıkan giden de yok, kadro sürekli büyüdüğü halde. Bekliyorum; bütün bu olan biteni benim aklım ne zaman almayacak ve ben bir başıma tekrarlarla kalacağım?