17 Mart 2016 Perşembe

2007 - 2010 - 2016

Gün içinde çoğu kez içimdeki yazma açlığına karşılık vermek istiyorum; ama kafamda kıvılcımlar saçarak yanmakta olan bir koza var. Beynimin karıncalandığını hissediyorum. Görüldüğü üzere tam olarak neden yazamadığımı bile tarif edemiyorum. Ama benim için aşağı yukarı böyle bir his olsa gerek. Yandıkça enerjimi emen, zekamı geriye çeken bir koza.

Sürekli anlatacak bir şeyler geliyor aklıma. Zihnim muhteviyat açısından aşureyi andırıyor olmalı. Karman çorman. Bir sürü fikrim, bir sürü hikayem var. Peki beni paylaşmaktan alıkoyan ne? İlgi. İnsanlarla ilgi etkileşimini eskisi gibi kuramıyoruz. Bazen onlar bana ilgi duymuyor, bazen ben onlara ilgi duymuyorum. Ama çoğunlukla bu, onların bana ilgi duymadığı benimse onların anlattıkları şeylere karşı dikkatimin çabucak dağıldığı haliyle vuku buluyor. Çok eskiden iyi bir dinleyici olduğum için sevilirdim, sonraları iyi bir anlatıcı olduğum için bağırlara basıldım. Şimdi ise anlatmaya başladığım zaten narsistleşiyorum ve anlatı dünyam tek öznesi olmaya başlayınca karşımda hep aynı yanıt beliriyor: Tuğberk, şu anda hayatım seninle uğraşamayacak kadar yoğun, meşgul, kalabalık veya benim seninle uğraşacak kadar enerjim, gayretim, ilgim yok, vesaire.

Anlaşılması kolay bir insan değilim. Bunu kabullenmiş olmak benim için büyük bir lütuf çünkü kendimle geçinebilmemi sağlayan yegane şey bu. Nerede ne yaptığımı, neden yaptığımı kestirebiliyorum. Bazen bunun ters teptiği de oluyor. Sevmediğim bir hareketi neden yaptığımı anlayabildiğim için yapmaya devam ediyorum, ama yapmak hoşuma gitmiyor. Nahoş bir çelişki. Yeni insanlarla tanışmayı çok seviyorum ama her zaman için onlarla belirli bir süreliğine arama sabit bir mesafe koyuyorum. Duvarlarım hemen inmiyor. Benim için bu anlaşılabilir bir durum, nedenlerim bana gayet makul geliyor; ama aynı zamanda da çok kasıntı ve soğuk. Halbuki karakter olarak öyle biri değilim, fakat kendimi hemen göstermeyi bazen (sıklıkla) sevmiyorum.

Bu aralar insanların bana ilgisi yok ve kendi içinde doğurduğu paradoksu sürekli yoğurmaya devam ediyor, o yüzden de yalnız kalmaya devam ediyorum. Yalnızlık hissiyatı beni pekiştiriyor, seviyorum. Ancak içimde biriken şeyleri ilk karşıma çıkana sıralamaya başlayınca "Tuğberk, yavaş" oluyor. O yüzden herkesi etrafımdan itiyorum bir şekilde çekmeye çalışırken. Bu matematik. Oysa ben hiç sevmem.

Sürekli bir üretme hevesi içerisindeyim, bu beni çok mutlu ediyor; ama hiçbir şey yapmak istemiyorum. Sadece akan bir fikir kaynağı var. İlham denen şeye hiç inanmamışımdır, bir şeye başlayınca üretim kendiliğinden şekillenmeye başlamıştır girdiğim her işte. Yani başlasam gerisi geliyor, ama sorgulama arzusu dinmiyor. Neden başlayayım? Nereye kadar gidecek? Paylaşacak kimim var? Kaybedecek bir şeylerim olmasını hep sevmişimdir, beni zehir gibi motive eder bu hissiyat. Şu an yok. O yüzden hiçbir şey umurumda değil. Saçma. Keşke benimle görüşmek için çabalayan insanlar olsa. Benim görüşmek için çabaladığım insanlar var. Paylaşacak çok fazla şeye sahibim, ama hepsi bayatlayıp çöpe gidiyor. Üzgünüm 2010 yılında nasıl artık 2007'de olmadığımızı idrak ettiysem takvimin şu yaprağında da artık 2010'da olmadığımı idrak etmem gerekiyor. Artık insanların ilgisini çeken bir Tuğberk'i oynamıyorum, zoruma gidiyor olabilir. Ama sakin olmalıyım. Olmuyorsa olmuyordur. Yalnızlık ömür boyu.

Sakin ol Tuğberk, artık evdesin. İnsanlar senin aksine büyüdü ve hayatlarının merkezlerini çok fazla şey işgal ediyor. Egosantrik lakırdılara gerek yok. Bırak herkes +2, +3 ne haltsa kontenjanını doldursun. Bu maçın belki de seninle hiç alakası yoktur. Oynamak zorunda değilsin. Kimse seni kısaca sevmiyor olabilir. Olamaz mı? Zoruna gitmesin.







*



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder